7 Haziran 2016 Salı

Yüzeyden Derine Yoganın Şifası


Hatha kelimesi  iki  kelimenin kaynaşmasıyla oluşuyor:  Ha (Güneş-Yang) ve Tha (Ay-Yin). Yogiler tüm evrenin bu iki farklı türde enerjinin bir aradalığının bir ifadesi olduğunu söylemişlerdir. Bu denge, hepimizin bildiği yin-yang sembolünün içinde ifade bulur. Yin’in içinde yang, yang’in içinde yin vardır ve bu ikisi sürekli birbirini besler, dengeler ve birbirlerine dönüşürler.

 

YİN; Gece, Karanlık, Pasif, İçe Dönük, Bilinmeyen, Teslimiyet, Çabasızlık, Dişil, Hareketsizlik, Nefes Veriş
YANG; Gündüz, Aydınlık, Aktif, Dışa Dönük, Bilinen, Azim, Çaba, Eril, Hareket, Nefes Alış


Yukarda sıralanan yin ve yang enerjiyi ifade eden kavramlara baktığımızda, yin’in varolmak ve varlığını sürdürmek için yang’e, yang’in de yine ihtiyacı olduğunu anlarız. Gecenin gündüze, karanlığın aydınlığa, hareketsizliğin harekete, nefes verişin nefes alışa dönüştüğü bir haldir varoluş. Ve insan türü de varoluşuyla bu iki enerjiyi ifade eder. Varlıklarımız hem yin hem de yang’dir. Hepimizin içe dönük ve dışa dönük yanları vardır. Ve Hatha Yoga yin’den yang’a, yang’dan yine doğal geçişler için sağlam ve güvenilir bir ortam hazırlar. Varlığımızın birbirine çelişir gibi görünün bu iki yanını bütünleme çalışmalarını kapsar Hatha Yoga Uygulaması. Zira yoga’nın kelime anlamı birleşmek-bütünleşmektir. Süreklilik ve adanma içinde yapılan çalışmalar neticesinde iki yanımız birbiriyle bütünlenir ve ebedi çatışma ve savaş son bulmaya başlar. Bu bir insanın kendi içsel barışına, sırf varolduğu için sonsuz sevinç duyduğu tecrübeye karşılık gelir.

Kadim Hatha Yoga böylesine derinlikli birşeyden bahsederken modern uygulayıcıların bu derinliğe dalmak yerine yüzeydeki şeylere takılı kaldığını söylemek yanlış olmaz. En basit tanımlamayla yoga yapmak insanın ruhunu, bedenini ve zihnini şifalandırır. Yoganın bu bütüncül yaklaşımı batı dünyası tarafından malesef ıskalanmaktadır. Nasıl mı? Daha anlaşılır olması için önce yoganın modern dünyada nasıl da anlaşıldığına değinmekte fayda var.

Modern dünyada günden güne biçim içeriğin önüne geçiyor; birşeyin ne kadar nitelikli, derin veya dolu olduğundan ziyade onun nasıl göründüğü, ne kadar etkileyici olduğu ve nasıl paketlendiği önemli hale gelmeye başladı. Müzikte, sanatta, edebiyatta hal bu iken, yoganın da bundan nasibini alması kaçınılmazdı aslında. Kolayca tüketebilmenin ve sindirip hemen bir başka şeye geçebilmenin peşindeyiz, zamanımız az, önümüzdekini layıkıyla tecrübe edip yaşayabilecek kadar dikkatimizi veremiyoruz. Bedenlerimiz, varlığımızın en görünür ve farkedilir kısmını oluşturduğu için, hızlı bir şekilde bedenimizi değiştirivermek istiyoruz!  İnsanların büyük bir kısmı daha çok biçimi ilgilendiren yan etkileri için geliyor yoga derslerine: esnemek, güçlenmek, daha güzel ve seksi, daha fit görünmek  ve havalı yoga pozlarını yaparak kendini daha iyi ve yeterli hissetmek! Bunlar yoga uygulamasıyla gelen fiziksel ve görüntüyle ilgili etkilerdir. Ama sadece bunları görüyor olmak yoganın asıl etkisini ve bu kadim öğretinin nasıl işlediğini gözden kaçırmaya sebep olur.

Peki gerçekte ne yapar yoga, neye hizmet eder? Cevap bu basit sorunun içinde gizlidir: Yoga, onu uygulayan kişiye ‘’kendi gerçeğini görmesi’’, onunla karşılaşması, onunla yüzleşmesi ve onu kabullenip onunla rahatlayabilmesi için rehberlik eder. Keşke bu cümlede sıralandığı gibi basit olabilseydi değil mi bu süreç? Süreç, kelimenin tam anlamıyla bir yolculuktur, işin zihne en meydan okuyan kısmı işte budur. Bu yolculuk bir hedef koyabileceğimiz bir yolculuk değildir! Zira her türlü hedef yolun sürekli değişen hallerini, kolaylıklarını, zorluklarını, mevsimlerini ve coğrafyalarını gözden kaçırmakla sonuçlanır. Bu ise yoganın özünden uzaklaştırır uygulayıcıyı. Hedeflilik, resmin herhangi bir detayına takıntılı bir ilgi ve hırs geliştirmektir, büyük resmi göremez oluruz. Oysa ara ara detayların peşinden gitsek ve onlar tarafından cezbedilsek de, yine dönüp geleceğimiz yer büyük resmin gizemi ve onu oluşturan -sadece bizim büyük resmimize has- detayların bir aradalığının müthiş kimyası olmalıdır.

Yoga kendimize, bedenimize, nefesimize, yaşam tarzımıza, alışkanlıklarımıza ve tavırlarımıza bakmak için bir mercektir. Zihin, ürettiği düşüncelerin gelgitleri yoluyla bedenimizi ve nefesimizi, tavırlarımızı ve tepkilerimizi sürekli manipüle etmeye çalışır, başka bir tanımla gerçeği çarpıtır ve işine geldiği gibi yorumlar. Zihin gerçeğin kendisinden yola çıkarak, kendi yorumları, yargıları, adına geçmiş dediği anılar derlemi ve inançları doğrultusunda hikayeler yazar. Yani yaşanan bir durum zihnin süzgecinden geçtikten sonra artık subjektif yani kişisel bir hikayeye dönüşür. Yoga bize gerçek olanı olmayandan ayırmak için gereken açıklığı, samimiyeti ve casareti verir. Nedir gerçeğin üstünde yüzen bu hikaye? Bu hikayeyi söküp atsak, kazısak, silkelesek ne çıkacak acaba altından? Ne yaparsak, nasıl yaklaşırsak hikayenin ardındaki gerçeğe yakınlaşabiliriz? Böyle onlarca soru eşlik eder bir yoga uygulayıcısının iç araştırmasına. O, hayatın akışı içinde ve yarattığı akıl almaz örgüler, bağlantılar, düğümler ve ipler arasında gerçeğin ışığını arar.

İşte bu gerçeği küllerinden arındırma süreci sırasında, varlığımızı tüm yönleriyle ve kendimizi bir bütün olarak ele alma tavrı, yoga uygulamamıza getirebileceğimiz meditatif yaklaşımın bir ifadesidir. Yukarda sıraladığımız gibi, varoluşun yin ve yang yanları vardır. İnsanlar olarak çok katmanlı, grift bir yapıya sahibiz. İçine dönüp kendini araştırmaya başlayan bir yoga uygulayıcısının aklından çıkarmaması gereken şey, pozlar yani asanalar aracılığıyla bedende bulduklarının ve gördüklerinin zihninin, kişiliğinin ve ruhunun yansımaları olduğu gerçeğidir.. Bir asananın bedende yarattığı sonuçlar ve algı ekranına getirdikleri, içine girip ruha doğru, öze doğru ilerleyebileceği tüneller gibidir. Yani bir araçtır asana, içindeki müthiş zenginlikle bize rehberlik eder. Asanaları tekrar etme yoluyla, tekrar tekrar matın üstüne gelip tecrübe etme yoluyla topladığımız veriler artar, arttıkça da kendi kişisel tekrarlarımızı görürürüz. Çünkü ilerledikçe, hepimizin alışkanlıkları su yüzüne çıkmaya, görünür olmaya başlar. Kendimizi çok mu zorluyoruz? Hazır olmadığımız pozlara ve derinliklere ite kaka gitmeye mi çalışıyoruz? Gerektiğinden fazla mı çalışıyoruz, az mı? Konfor alanımızla ilişkimiz nasıl, bedenimizin sınırlarını çok mu zorluyoruz yoksa sınırın orda bir yerlerde konfor alanında kalıp risk almamak ruhumuza uyuşuk bir hoşnutluk mu getiriyor? Zihnimiz geçmişe ve geleceğe aşırı mı takıntılı? Hep tam şu anda olandan başka birşeyin ya da yerin bizi daha mı mutlu edeceğini düşünüyoruz? Bu soruları arttırabiliriz. Yoga asanalar bu biçimde içsel araştırmamızı aydınlatırlar ve kendimizi tanıma yolculuğumuzu lezzetli bir hale getirirler.

Asanaları deneyimlerken, onları birer fotoğraf veya değişmeyen birer olgu gibi almak yerine, bizim bedenimizle hayat bulan ve aslında sürekli değişen dinamik süreçler olarak düşünmek çok daha sağlıklıdır. Yoga dergilerinde, sosyal medyada, internette gördüğümüz ‘’mükemmel yoga pozlarını’’ hep kendi yaptığımız yoga pozlarıyla karşılaştırarak kendimizi yetersiz görme eğilimindeyizdir. ‘’yeterince iyi, esnek, güçlü, güzel, seksi ve havalı değilim!!’’ Önemli olan nasıl göründüğümüz değil, nasıl hissettiğimiz ve hislerimizle kurduğumuz ilişkidir. Ve işin ilginci, bir pozu yaparken belli bir oranda zorlanma hisseden biri, kolayca yapabilen esnek ve güçlü birine göre çok daha fazla hissedecektir! Bedendeki belli kısıtlamaları engeller olarak görmek yerine, farkındalığımızı inceltmeye yarayan ‘’öğretmenler’’ olarak ele alabiliriz. Başlangıçta, esnekliğimizin ve kuvvetimizin azlığı aslında öğrenme yolculuğumuzu daha meraklı hale getirme potansiyeline sahiptir.

Bir yoga uygulayıcısı şu soruyu tekrar tekar sormalı kendine: bu pozda hangi ince ayarlamaları yaparsam içinde kendimi daha akışkan hissederim, hem daha sağlam hem de daha rahat nasıl hissedebilirim? Ve pozun içinde şu an olmakta olan zengin dünyayı daha kapsamlı bir şekilde nasıl algılayabilirim? Çünkü yeni başladığımızda -hepimiz aynı Batılı eğitim sisteminden geçtiğimiz için- detayları görme eğilimindeyizdir, arka bacak, ön bacak, kalça, omuzlar… dikkatimiz bölünmüştür, aynı anda sadece belli bir bölgeyi görebilir-hissedebiliriz.. Uygulamada ilerledikçe beklenen, uygulayıcının aynı anda çok daha fazlasını algılayabilmesi-hissedebilmesi, farkındalık alanını genişletebilmesidir. Bu şekilde asana tecrübesi bir meditasyon çalışmasına dönüşmeye başlar: büyük resmin farkındalığı ve zenginliği!

İşte, kadim yoga öğretisi bedeni salt bir et yığınının çok ötesinde bir yere koyar ve der ki ‘’bedenim tapınağımdır’’. Beden kutsaldır, bizi bize anlatır, bedensel alışkanlıklarımız ve huylarımız bakmamız ve incelememiz için yanıbaşımızda bize göz kırpmaktadır. Onun çağrısına uymaya başladığımızda, kendimizde bulduklarımızı bir bütün olarak ele almaya başladığımızda birşeyler inceden değişmeye, dönüşmeye başlar. Ve bir plan, tasarı ve hedef olamaz bu yolculukta. Gelişim ve ilerleme, zihnin bildiği düz bir çizgi halinin ötesinde, daha dairesel ve spiralik bir tabiata sahiptir.

O zaman bize düşen tadını çıkarmaktır! Kendimizi tanıma yolculuğumuzda yoga ile gün ışığına çıkanlar, her zaman iyi hissettirmeyecektir, ama kim demiş insan zihnin hoşuna gitmeyenin tadını çıkaramaz diye? ''Hoşnutsuzluk'' halimizin içinde ''bilinmeyen''le tanışıyor olmanın heyecanı, merakı ve keşfetmenin lezzeti de olabilir pekala...